"Elyazma kitapları" İlmiy Araştırma Merkezi
Главная | Каталог статей | Регистрация | Вход
 
Суббота, 24/04/20, 17:18
Приветствую Вас Гость | RSS
Navigatsiya
Kategoriyalar
Antroponimika [1]
Edebiyatşınaslıq [21]
Folklor [13]
Sahnacılıq [4]
Tarih [11]
Tenqid [4]
Tilşınaslıq [19]
Kitaphanecilik [0]
Matbuat [32]
Maarifçilik [2]
Medeniyet [6]
Mimarcılıq [1]
Müzeşınaslıq [1]
Soyadlar bazası
"Tamırlarıñnı ögren"
Aqmescit Devlet Arşivinde
Soyadıñnı tap!
Statistics
Продвижение неизбежно Апдейты поисковых систем
Онлайн всего: 1
Гостей: 1
Пользователей: 0
Главная » Статьи » Folklor

Nariye Seydametova: Kırım Tatar folklorunda Istanbul

        Kırım ve Türkiye arasında çeşitli ilişkiler daha milâttan önceki zamanlara aittir. Bu münasebetler çeşit etnik, ekonomik, siyasi, kültürel ve diğer ulaşımlar neticesinde şekillenmişler. Bildigimiz gibi kırımtatar ve türk halkları arasında türümsel ve lisani yakınlık da mevcüt, iki halk da türk kavmine mensup, türk dili oğuz temelinde şekillendi, kırımtatar dili ise oğuz ve kıpçak temellerinde şekillenmiştir. Kırımda türk kavimlerin izleri en geç milâttan son 3. yüzyılına ait olduğunu kayd ederek, bu yarımadada kırımtatar milletinden gayrı türk dillerinde konuşan karaim, krımçak, ermeni kıpçak ve urum halkları da yaşar ediler. Bir sıra tarihi kaynaklara göre, 13-18 yüzyıllarında Kırım topraklarında yaşayanların aman-aman hepisi, etnik ve lisani aidetliklerine bakmadan kültürel, siyasi ve iktisadi bir bütünlüğün ayırılmaz kısımları olmuşlar ve gündelik hayatlarında kırımtatar dilini kullanmışlar. Bu ekstralingvistik nedenlerden dolayı kırımtatarları, krımçak, karaim, urumlar arasında dil ve kültürel ilişkilerin pekinmesi için çok uygun bir ortam yaratılmıştı. Aynı zamanda, 14. yüzyılından başlap Kırım ve Osmanlı devleti arasında münasebetler de daha hızlı gelişiyor. Anadolu topraklarından, özellikle Karadeniz bölgelerinden Kırımın yalı boyuna bir çok türkler göçmüştü. Aynı zamanda bir sıra kırımtatarları çeşit sebeplerden dolayı öz vatanları Kırımı terk etip, Osmanlı İmparatorluğun başkenti İstanbulda ve diğer şehirlerinde toplumsal, siyasi, medeni yaşamında faal iştirak ediyor ediler. 18. yüzıyılının sonlarından ta 20. yüzyılının başlarına kadar kırımtatarlarının Türkiyede sayısı ve ehemiyeti hep artmaktaydı. Bunun sebeplerini 1774 senesi Osmanlı Devleti ve Rusiye Imparatorluğu arasında Küçük Kaynarca Anlaşması imzalanmasıyle ve Kırımın Rusiye eline geçmesiyle bağlıdır. Şu yılları öeşit malümatlara göre Kırımı 1,5 milliondan 3 milliona yakın kırımtatarı terk etti (Abdulvaapov 2001, Özenbaşlı 1997). İşte, Kırım Hanlığı ve Osmanlı İmparatorluğu için ortak olan bu ve diğer içtimai ve siyasi olaylar kırımtatar halkının halk edebiyatında, folklorunda yansıtıllmıştır. Biz de folklorun farklı janrlarında iki devlet arasındaki ilişkileri yansınmasını açıklamak için çalışacağız. Folklor terimi halk edebiyatı, halk musiği, oyun, resim, örf-adetlerini kaplamaktadır. Çok zengin olan halk edebiyatın içinde tür bakımından destanlar, masallar, efsaneler, fıkralar, halk yırları, çın ve maniler, deyimler ve atalar sözü yer alır. Halk bu eserlerde düşüncelerini, geçmişte yaşadığı sıkıntılı günleri, zulmedenlere karşı hissettiği kızgınlık ve nefretin yanında gönlünde yaşattığı bitmez tükenmez mutluluğu, hürriyete karşı duyduğu ümit, istikbâle inanç gibi duygularını da tasvir etmiştir. Kırım Tatar halk edebiyatı halkın hayatı ile yaşayışı ile daima paraleldir ve halkın hayatında olan bütün değişikleri tasvir eder. Folkloru halk yaratır ve kendi eseri olarak halkın hayatını özgün bir şekilde aksettirir (Bekirov 1988: 7).
        Kırımtatar folklorun küçük türlerinde İstanbul ve Osman İmparatorluğun ulu simalarının isimleri daha çok atalar sözü ve deyimlerde anılıyor. Meselâ, Adam olmağanından horazğa da Suleyman paşa degenler/ Er kişi olmağan yerde horazğa da Suleyman paşa degenler gibi atatlar sözünde Süleyman Paşanın adı geçiyor. Bu sima Osmanlı İmparatorluğun sultanlarından birisi, I Orhanın oğlunun adı (14 y. ) ve ya ulu vezirlerden (17 y. ) veya general Süleyman paşanın (19 y. ) adı ola bilir. Aynı atalar sözü karaim folklorunda da rast geliyor. Orhanğazi kibi ifadesi kırımtatar dilinde kendisini görkemli, mağrur tutan kişilere nisbeten denilir. Bu ifadede de biz Osmanlı Beyliğinin kurucusu Osman Gazinin oğlu Orhan Gazinıin ismini buluyoruz. Soray-soray İstanbulnı taparsın atalar sözünde kırımtatarları İstanbula çok gittikleri ve İstanbul ve Kırım arsında gidiş-gelişler çok olduğu anlamı vardır. Kırımtatar deyimleri arasında İstanbulğa barıp tırnavuçın unutqan deyimi de var, amma onun manası tam anlaşılmıyor. Daha bir ifade İstanbul tenbeli kırımtatarcada erinenlere nisbeten kullanılır. Sade halknın fikirince İstanbul yaşamı aylak, boş gibi görünüyordı, onun için de boş, işsiz yüren bir kimseye İstanbul tenbeli diyorlar.
        Fıkralarda ve çocuk oyunları sözlerinde de İstanbul bir simge olarak geçiyor.         Örnegin, böyle metinde:

İne, ine İzzet ine, Bekir ine,
Şama-şara, kümüşten para,
Stambuldam qız kelgen, Burumçıqnen tuz kelgen,
Orul, yorul, uç da qurtul (Bala edebiyatı: 7)

        Halk edebiyatının epik türleri masal, efsane, destan epik yırlar gibi türleri kaplıyor. Bekir Mustafa isimli kırımtatar masalında Sultan Süleyman ve öz sarğoşluğu, ğaripliğiyle meşhur olan Bekir Mustafa hakkında hikaye ediliyor. Olaylar İstanbulda, sultan sarayının selâmlığında oluyor. Sultan Süleyman cuma günü selâmlığa çıkmış. Sokakta karşısına bir sarğoş çıkmiş. O kişi Bekir Mustafa emiş. Sultan onun dileğini sormuş, sarğoş da sultan kendi atını ona satmasını yalvardı. Sultan da buna razı olup, atını beş yüz liraya veririm, dedi. Garip Bekir Mustafanın parası evet de yoktu ve o kurnazlık yapmaya çalıştı. Sultanın atını pazarlık eden kendisi değil de, rakı ve şarap olduğunu anlatmaya çalıştı. Bekir Mustafanın isteğine göre sultan sarayında sofralar kurdurdu, üstünü türlü yemekler, rakı ve şaraplar ile donattırdı. Yoldan da üç kişiyi götürttü, onların birisi ayaksız, birisi kör, birisi de çır-çıplak bir dilenciydi. Bu adamlar sofra başında yediklerini-içtiklerini sultan perde ardından seyretti. Gariplerin başlarına rakı çıktıkça, onlar sultanı döveceklerini, vurup öldüreceklerini ve bu gibi pis laflar söylemeye başladılar. Sultan da bunu seyrederken, bu lafları insanların kendileri değil de, içtikleri şarapları söylettiğini anladı, Bekir Mustafanın sözleri doğru olduğunu tanıdı. Sultan kendi şefkat ve merhametliğini gösterip, garipleri sağ-selamet serbest bıraktı.
        İşte, bu masalda sultan ve sade halk arasında münasebetler açıklanıyor ve sade halk vekilinin hazırcevaplığı, sultanın da hikmeti, merhametliği, şefkatlığı gösteriliyor.
Kırımtatar tarihinin birçok muhim vakaları halk efsanelerinde yansınlanıyor. Böyle efsanelerden birisi Kırım Hanlığının başkenti Bahçesarayın kurulması hakkındaki efsanedir. Efsanede aşağıdaki olay tarif ediliyor: Menli Giray hannın oğlu ava gitmiş. Şu gün av çok güzel olmuş. Avdan son ise han oğlu dağ içinde biraz gezinmeye istedi. Sonra Çürük su ırmağı yanında dinlenmek için kaldı. Birazdan nasıldır sesler duydu. Çalılardan iki yılan çıktığını gördü. Bir yılan yaralıydı, ikincisi de onu kovalıyordu. İki yılan boğuşmaya devam ediyordu. Şu an çalılardan üçüncü yılan çıktı ve galip çıkan yılana baskın yaptı. Han oğlu yılanların bu sataşmasını seyrederken, kendi ailesini düşünıyordu. Savaşta kim yenecek: türkler ya da Altın Ordu askerlerimi? Menli Girayın babası sağ kalacakmı yokmu? Biraz zamandan sonra yaralanan yılan yavaş yavaş suya yılışmaya başlıyor. Yılan suya girdi ve sudan vucudunda hiç bir yarasız çıktı. Yılannın dirildiğini gören han oğlu çok sevindi ve onun nesili de canlanacağına inandi. Bu iyi haberi babasına yetkizmek için rüzgar hızı ile kaleye gitti. Baba ve oğul savaş meydanından haber beklemeye başladılar. Ve tezden iyi bir haber geldi. Osmanlı ordusu Altın Ordu hanı Ahmetın ordusunu yendı, galebe kazandı. Han buna sevinip iki yılan savaştığı yerde yeni bir saray kurmaya emir etti. Böylece yeni bir şehir – Bağçesaray kuruldu. Şehirin damğasında da han iki savaşan yılanı tasvir etmeye emretti. Tarihten belli olduğu gibi Bahçesaray şehri ve Hansaray 16. yüzyılının başında başladı. Hansaray İstanbuldaki Topkapı sarayına benzetilip inşa edilmişti.
        Anlattığımız efsanede alegorik şekilde gerçek bir olay tasvir ediliyor. 1454 yılı Kırım hanı Hacı Giray Osmanlı türk devleti ile anlaşma imzaladı. 1455 yılı ise Letoniya ordusu yardımıyle Ulu Ordu hanı Seyid Ahmedin ordusunu yendi. Şu zamandan beri Kırım hanlığı ve Ulu Ordu arasında savaşlar başladı ve 16 yuzyılının ortalarına kadar devam etti. 1468 yılı Kırım hanı Menli Giray oldu, 1474 yılı Ahmat hannın ordusu Menli Gırayın ordusunu yendi, Menli Giray da Türkiyeye gitti. Kırım hanı Ahmatın oğlu Canibek oldu. Menli Giray hanlığını geri almak için Osmanlı sultanından yardım istedi. 1475 yılı Gedük Ahmet paşa başlığında türk ordusu Kefe şehrini hücum etti, Ulu ordu hanı Ahmadı yendi. Kırımın yalı boyundaki bir çok topraklar Osmanlı İmparatorluğun eline geçti, Menli Giray ise yine Kırım hanı oldu. işte bu tarihi vaka destanda aks olundu ve Kırım hanlığının meydana gelmesi için çok önemli olay olarak anlatıldı (Gayvoronskiy 2007).
        Kırımın Kezlev şehrindeki Han Camisi hakkında da bir kaç efsane var. Onlardan birisi cami Seyid Bakli efendi tarafından kurulduğunu ve bir gece içinde yapıldığını tarif ediyor. Diğer bir efsanede ise caminin kurucusu Menli Girayın ressamı Men Arslan olduğu hakkında söyleniyor. Bir başka efsane ise cami başta hristian kilisesi ollduğunu, sonra ise cami olduğunu tarif ediyor.
        Gerçekte ise 1554 yılı Kezleve Kırım hanı Devlet Girayın davetiyle meşhur mimar Sinan gelmiş ve bu şehirde büyük ve güzel bir cami inşa etmeye başlamış. O zamanları Kezlev büyk bir şehir edi ve Devlet Giray Kezlevi küçük İstanbul yapmaya istiyordu. Mimar Sinan Kezlevdeki Han Camisini Ay-Sofyaya benzetip yapmıştı.
        Bir başka efsanede Kırım kahvesi hakkında tarif edilirken, efsanenin kahramanlar olarak yine de Osmanlı İmparatorluğun veziri Gedük Ahmet paşa ve Kırım hanı Menli Giray geçiyorlar. Efsanedeki olayalar Osmanlı ordusu tarafından Kefe şehrinin hücumu ile bağlı olup, yine de Kırım tarihinin önemli bir vakaları yansıtıyorlar.
        Meşhur kırımtatar efsanelerinden birisi Arzı qız efsanesi de Kırım ve Türkiye arasında içtimai alakaları yansıtıyor. Efsane Kırımın Karadeniz yalısı boyundaki Mishor köyunde yaşayan Abiy ağanın kızı Arzı hakkında tarif ediyor. Arzı çök güzel ve işsever bir kız edi, onu çok yigitler beğeniyordu. Aynı zamanda köye Anadolu yalısından gelip alış-veriş yapan Ali baba da çok beğeniyordu. Bir gün Ali baba Arzı kızı çaldı ve İstanbula esirler pazarına götürdü. Şu pazarda Arzı kızı sultanın harem ağası görüp beğendi ve Arzını sultan sarayına aldı. Sultanın muhabbetine nail olan Arzıyı ise hiç bir şey sevindirmedi, o hep Kırım yalısını, doğduğu yerini, babasını özliyordu. Bir gün Arzı bebeğini alıp sultan sarayının küllesinden kendisini denize attı. O deniz anası oldu ve kuçağındaki bebeğiyle Mishor yalısındaki çeşmeye geldi. Her yılda bir kere deniz anası sudan yalıya çıkıyormuş. Gördügümüz gibi, efsanede Kırım hanlığında ve Osmanlı İmparatorluğunda çok olan esir almak gibi rezil olay mahküm ediliyor. Arzı kız simgesi ise kırımtatarları için vatan hasreti sembolü oldu.
        Kırım ve Türkiye arasındaki içtimai-siyasi ilişkiler Kırımtatar halk yırlarında da aks olunuyor. İlişkilerin karakterine göre bu yırlar üç çeşit gibi gösterileblilirler. Yırların birinci çeşitinde gerçek tarihi olaylar tarif edilir. Meselâ, kırımtatarları arasında çok belli olan Osman Paşa türküsü Rusye ve Osmanlı İmparatorlukları arasında olan savaşlardan birisine ait bir oluntu tasvir ediliyor:

Qara deñiz aqmam deyür,
Aq deñize baqmam deyür.
Yüz biñ Moskov gelmeyince,
Men yerimden qalqmam deyür.
Merdivenden endirirler,
Hansarayğa mindirirler.
Qalq, gidelim, Osman paşa,
Bizi şimdi öldürürler.
Qaleden toplar atılır,
Moskov İslâma atıldı.
Osman paşanıñ elinden,
Beş – on top birden atıldı.
Qara deñiz aqar gider,
Şimdi çerkes Asan kelir.
Aq deñizi yıqar gider,
Moskovanı yaqar gider.

        Bu türkünün diger bir variantını urum folkloru mecmuasında ve 'Qırım' çalğı takımın repertuvarında bulduk:

Qara deñiz aqmam deyür, Aq deñize baqmam deyür.
Yüz biñ asker gelmeyince, Men yerimden qalqmam deyür.
Merdivenden endirirler, Qalşın kölmek kiydirirler.
Yür, gideyik, Osman paşa, Bizi burda öldürürler.
Penciremden qar geliyür, men zann ettim yar geliyür
Açıp baqtım penceremi Osman paşa can vereyür.

Variant 2

Qara deñiz aqmam deyür,kenarımı yıqmam deyür.
Esmeri güzel Muhtar paşa Edirneden keçmem deyür.
Qara deniz aqar gider kenarını yıqar gider
Kör olaydı Osman Paşa Edirneyi keçer gider.
Penciremden qar geliyür, men zann ettim yar geliyür
Açıp penceremi baqtım Osman paşa can vereyür. (Garkavets 1999: 328)

        Bu türkünün bir kaç başka variantı daha vardır (Garkavets: 1999).
        Türküde Osmanlı imparatorluğu ve Rusiye arasında 1877 senesi Balkanlarda Plevna şehri yanında olan uruş tasvir ediliyor. Şu uruşta Osmanlı ordusunun generalı Osman paşa ağır yaralanmış ve kırk bin askeri ile esir olmuştur.
        İstanbul ile alâkalı diğer kırımtatar türkülerde ise hem İstanbul şehri, hem İstanbulun çeşit bölgeleri anılıyor. Türkülerde türlü toplumsal münasebetler aks olunuyor, Kırım ve Türkiye arasında alış-veriş, gidiş-geliş sıkı olduğu gösteriliyor. Meselâ, İstanbuldan aldırayım fesini yırında böyle ilişkilerin ifadesini göriyoruz:

İstanbuldan, aman, aldırayım, yavrum, fesini / İstanbuldan, aman getireyim poşumu
Nerelerden,aman, eşiteyim, yavrum sesini
İstanbuldan,aman, elmaz gelir, yavrum, nar gelir,
Uzun boylu, aman, sırma kaftan, yavrum, dar gelir.
İstanbuldan, aman, sıra-sıra, yavrum da, kayıklar,
İçi dolu, aman, sarğoş ile ayınıklar.
İstanbuldan, aman, urba tiktim, yavrum, boyunca,
Kel, ekimiz, aman, sarılayık, yavrum toyunca.
Yansın, yansın, aman,
Demir yollar yansın, kül olsun!
Bizni yardan, aman, ayırğanlar, yavrum, kör olsun!
Bir başka türküde – Beyoğlunın Sarayları türküsünde İstanbulun meşhur, zengin bölgelerin birisi – Beyoğlu tasvir ediliyor:
Beyoğlunın sarayları mermertaştır yapusı
Hem aldında, hem artında Vardır da çifte qapusı.
Ah, Bey oğlu, vah Bey oğlu, Sana bana ne oldu?
Bey oğlunın sarayları Yandı da yandı, kül oldı.

Aynalı çeşme başında ateşler oynadı.
Gitti de gitti saraylara vardı da vardı dayandı.
Ol sarayda menim yarem Uyqusından uyandı.
Ah, Bey oğlu, vah Bey oğlu,
Yandı da yandı, kül oldı.

        Türkünün sözlerinden anlaşılır ki, büyük bir yangın olmuş ve şu yangında çok inşaatlar, kişiler zarar görmüştür. Gerçekten de, Beyoğlu bölgesinde 1870 yılı büyük bir yangın olmuştur. Yani, bu türküde tasvir edilen oluntu gerçekten de olmuştur.
Bir kaç kırımtatar yırında İstanbulun Üsküdar bölgesi geçiyor. Meselâ, Bir danem Ayşem yırında Ayşe isimli kızın evlenmek konusu tasvirleniyor, babası onu Üsküdara bir yaşa vermeye istiyor. Ayşe de şu yaş ile evlenmeye istemiyor ve kendisini suya atıyor:

…Ayşe degen: 'Men kqayıqqa minmezim, Minsem dahiÜsküdara varmazım':
Bir danem,Ayşem.
Ayşe der ki: 'Üsküdara varmazım, varmazım, varsam dahi, men o yaşı almazım'
Bir danem,Ayşem.
Tövbeler olsun Üsküdara varmaya, varmaya, varıp ta, anda ballı buza tartmaya,
Bir danem,Ayşem.
Tövbeler olsun Üsküdara varmaya, varmaya, varıp ta, ondan telli kumaç almaya,
Bir danem,Ayşem.

        Kırımtatar folklorunda hicret yırları ayrıca yer tutmaktadırlar. 1783 yılı Kırım Rusıye tarafından zapt etildikten sonra kırımtatar halkının başına çoktan çok felâketler geldi. Kırımtatarlarını ana topraklarından kovmak, kırmak her türlü takiplere uğratmak kibi hareketler Çar Rusyenin siyaseti edi. Binlerce kırımtatarları vatanları Kırımı terketmeye mecbur olup, İstanbul, Bursa, Konya, Ankara, Eski Şehir, Sapanca, Dobruca ve Türkiyenin diğer bölgelerine göç etmiştirler. Bu göçler Kırım için büyük bir faciaya çevirilmiştirler. İşte, bu facialı olaylar halk yırlarında da aks olundu. Böyle yırlardan birisi Aytır da ağlarım yırıdır. Ondan bir kaç mısra:

… Ketecekmen köyümden, hey, yar, qal savlıqman.
Aytır da ağlarım.
Közünnin yaşınnı sürte qal, hey, yar al yavluqman.
Aytır da ağlarım.
İstanbul, kabe, kıblada, hey, yar, denizi sırtta.
Aytır da ağlarım.
Köp ölümüz kalacak, hey yar, harabe yurtta.
Aytır da ağlarım.
İstanbul yolu közledi hey, yar, şam yolu quvdım.
Aytır da ağlarım.
…Gurbet ellege tüşip, hey, yar, qıynalırmız.
Aytır da ağlarım.
'Vatan, vatan'dep, biz, hey, yar, can berirmiz.
Aytır da ağlarım.

        Kırımdan Dobrucaya göç etmiş kırımtatarların bir çoğu sonra Türkiyeye gitmiş ediler. Bu göçler hakkında Karadeniz- Aqdeniz, Şu vapurnın dumanı, Muhacir yırı kibi türkülerde anlatılır (Qırımtatar muhacir türküleri: 2007).
        Kırımtatar göçmenleri tek İstanbul ve etraflarında değil de, Türkiyenin başka bölgelerinde yerleştiklerini Kırım destanı şiirinden, Hasretlik yırı, Cennet oldı bizim taraf kibi türkülerden öğrenmek mümkündür. Mesela, Kırım destanı şiirinde kırımtatarların göçü tasvir edilirken, muhacirler Konyada yerleştikleri denilir.

Geldim şu Konyaya, içtim suvunı,
Men bilirim erenlerin huyunı.
Mevlane aşqından verdi payımı,
Çağlayan gönülden selam ketirdim.
Bağçasaray, Akmescit, Karasuvdan
Atamın yurtundan, yaslı Kırımdan,
Çekilen cefadan, accı durumdan,
Tiriden ölüden selam ketirdim…

        Kırım muhacirlerin durumu çok zor edi, bir çok kişi yeni yerlerde açlıktan, hastalıklardan, yoksulluktan öldü. Osmanlı devleti tarafından muhacirlere yaşamak için ayrıldığı yerler bakımsız, yararsız yerler edi. Halk yırlarında da göçmenlerin böyle ağır durumu yansınlanıyor:

Ak topraknıñ yalısı, ey, yar, bizge de külmiy,
aytır da aglerim,
Padişa bergen eki ögüz, ey yar, «kâh» — desem cürmiy,
aytır da aglerim.
Aşka salsan, tatımaz, ey yar,
Varnanıñ tuzı, aytır da ağlerim.
Eteklik kiyip cüre eken, ey yar, paşanın kızı,
aytır da ağlerim.
Bilâlmadım men mında, ey yar, qıblamı, sırtım,
aytır da aglerim.
Er şeyden tatlı eken, ey yar, öz tuvgan yurtım,
aytır da aglerim.

        Böylece, kırımtatar halk edebiyatının türlü janrlarında Kırım hanlığı ve Osmanlı devleti arasında uzak zamanlardan beri oluşmuş siyasi, ekonomik, kültürel, toplumsal ilişkiler gözleniyor. Temas ettiğimiz konu çok enteresan ve engin olup daha tafsilatlı öğrenilmek gerektir. Konunun daha geniş ve etraflı incelenmesi kırımtatar ve türk halklarının medeniyetleri ve tarihlerinde ortak meselerin açıklanması için faydalı ve önemli olacaktır.

Kaynaklar

1.Abdulvaapov, Nariman (2001), Krımskiye tatarı v sostave politiçeskoy i külturnoy elitı Osmanskoy imperii na rubeje XVIII i XIX vekov //Repressirovannoye pokoleniye krımskotatarskih öbşçestvenno-politiçeskih deyateley, podvijnikov nauki i külturı. Materialı Mejdunarodnoy konferentsii 28-29 maya 1999 goda, Simferopol, s. 74-81
2.Bekirov, C. (1988), Qırımtatar halq ağız yaratıcılığı, Taşkent: Uqituvçi, 280 s.
3. Çelebi, Evliya (1996), Kniga puteşestviy Evlii Çelebi. Pohodı s tatarami i puteşestviya po Krımu (1641-1667gg. ), Simferopol: Tavriya, 240 s.
4.Garkavets, Oleksandr (1999), Urumı Nadazovya: İstoriya, mova, kazkı, pisni, zagadkı, prıslivya, pısemni pamyatkı, Alma-Ata; Ukrayinskiy kulturnıy tsentr, 624 s.
5.Gayvoronskiy, Oleksa (2007), Poveliteli dvuh materikov, T.1. Krımskiye Hanı XV-XVI stoletiy i borba za nasledstvo Velikoy Ordı, Kiyev-Bahçisaray: Oranta, 368 s.
6.Kondaraki, V. (1883), Legendi Krıma, Moskva.
7. Özenbaşlı, Amet (1997). Çarlıq hakimiyetinde Qırım faciası, Simferopol: Tavriya, 256 s.
8.Qırımtatar halq ağız yaratıcılığı (1991), Taşkent: Uqituvçi, 248 s.
9.Qırımtatar halq yırları (1996), Aqmescit: Tavriya, 448 s.
10.Qırımtatar muhacir türküleri (2007), Simferopol: Qırımdevoquvpedneşr, 224 s.
11.Vozgrin, V.E. (1992), İstoriçeskiye sudbı krımskih tatar, Moskva: Mısl, 446 s.
12.Yanra Qaytarma (1990), Taşkent: Gafur Gulam adına edebiyat ve sanat neşriyatı, 232 s.

Категория: Folklor | Добавил: tairk (11/03/22)
Просмотров: 2993 | Рейтинг: 0.0/0
Всего комментариев: 0
Добавлять комментарии могут только зарегистрированные пользователи.
[ Регистрация | Вход ]
Malümat sayısı
Photo: 47
Blog: 2
Ekspeditsiyalarımız: 3
Failler konvolütı: 246
Maqaleler: 115
Qırıtatar folklorı: 238
Guestbook: 708
Akademik lüğatlar
Kitaplarımız

Copyright "Elyazma kitapları" İlmiy araştırma Merkezi © 2024